AFFET BİZİ SEVGİLİ HATAY’IM
İnsanlar genelde sevgiyi bulmak için çaba harcarlar da ondan sonrasının üstünde pek durmazlar. Şimdi “Ondan sonra da ne” diye sorduğunu duyar gibi oluyorum. Ondan sonrası onu, yani sevgiyi hak etmek, elinde tutabilmektir. İşin güç tarafı da buradadır ve nice nobran âşık, bunu beceremediğinden elinde solmuş çiçekler, “Bir gün gibi gidiverdi aşk” diye gidenin arkasında bakakalır…
Son büyük depremin ardından, nobran bir vurdumduymazlıkla yaklaştığımız ülkemizi, yurdumuzu “hak etmemiz” gerektiği çokça yazılıp çizilmeye başladı. “Bir Gün, Gece” adlı yapıtında ihmalkârlığımızla İstanbul ile birlikte bütün bir ülkeyi kaybetmemizin öyküsünü anlatan Mine Kırıkkanat, “Bir Hristiyan Masalı” (Kırmızı Kedi Yayınları, 2014) adlı eserinde de yine bu layık olma motifine takarak, “Türkler kodlarının belleğini kaybettiklerinden İstanbul’u da ellerinden kaçırmak ihtimaliyle karşılaştılar” diyordu.
“Bu vatan, bu güzel İstanbul’u hak ediyor muyuz” sorusunu soran biri olarak Mine Kırıkkanat’ın endişesine katılıyorum. Yaşadığımız son depremde başta şehrim Hatay olmak üzere bu vatana layık olmama tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzun hatırlatılmasına da vesile oldu.
***
Sevgili Hatay’ım, asrın felaketiyle tarifsiz acılara gömülen memleketim, güzel yurdum, asi şehrim, çok pahalı bir ders verdin bize! Hak ettik belki ama bu kadarını değil, demek geliyor içimden. Çocukluk, gençlik, baba ocağı şehrim, senden öğrendim itiraz etmeyi, kızma hemen. Bak ne diyeceğim sana. Düşman diş bilerken Türk yurduna ve daha tehlikenin boyutu yönetenlerce anlaşılmamışken senin çocukların attı ilk milli, örgütlü kurşunu bu toprakta. Öyle pahalıydı ki ceremesi tam yirmi yıl inledik işgal altında. İlk kurşunun, ilk itirazın sahibi bizler; yirmi yıl (1918-1938) yandık vatan, bayrak aşkıyla ve en son biz kavuştuk Anadolu’ya. Söylesene neden bahtımız bu kadar kara?
Gözlerimin nemi ile sulanan ödünsüz yüreğim, her anı sorgulamak kararlığı ile ışıldayan bilincimle, DUR, izin ver de dertleneyim seninle canım Hatay’ım. Yok ki senden başka sığınıp nazlanacak yerim. Haklısın, yerle bir olan binalarımızın inşaatına yeterince denetlendirememekle fark ettik hatalarımızı, ama seni ve ilelebet seninle olmayı da hak ettik, olmasın mı bu kadar sitemim? Nasıl kıydın evlatlarına? Buğday benizli, gün yanığı yüzlü kızlarını nasıl koparıp aldın bu tatlı hayattan? Biliyor musun içlerinde henüz evlenmiş olanı ve pamuk zamanına düğün hazırlığı yapan vardı. İşe yeni girmiş olanı, askerden izine geleni; ana, baba, yâr, evlat özlemiyle yanına vardı. Sana dönmüşlerdi yüzlerini ve sendeydi umutları, sevdaları da sende yeşermişti. Tek arzuları bir ömür sende yaşayıp baş yastıkta ölmek ve sana gömülmekti. Bu acı ve bahtsız ölümü nasıl reva gördün onlara, söyler misin? Sana emek vermiş, gençliğini sende tüketmiş ak saçlılarımıza, beli bükülmüşlerimize hiç mi acımadı yüreğin; oysa sen onlara yârdın, onlar da sana. Ya çocukların! Ayağı çıplak çocukların! İki göz evi sende kurulu diye anasının koynunda huzur bulan çocukların… Onlara nasıl kıydın Hatay’ım, onlara nasıl kıydın?
***
Vurma yüzümüze, fark ettik hatalarımızı. Evet şehrimiz yıkıldı işte! Biz yıktık güzel Hatay’ımızı! Doğayı tahrip ettik, beton, duvar, beton,… On binlerce insanımız öldü. Aklıma Sezai Karakoç’un mısraları geldi : “Beton atıyor, taş biriktiriyor/ Duvarlar çetin, pencereler yüksek/Gittikçe kanıyoruz içimize /Duvarlar duvarlar duvarlar/ Duvarlarla çevrilerek. ”
Evet biz kurduk, bu şehri biz yaptık, beton attık, taş biriktirdik, yüksek pencereler yaptık, duvarlarla kapattık çevremizi. Turgut Uyar “Büyük Ev Ablukada” da diyordu: “Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim.” Sevemedik evet o betonlaştırdığımız Hatay’ımızı!… Oysa sahip olduğu zengin kültürel dokusuyla daha da seveceğimiz bir şehir yapabilirdik, ama biz öleceğimiz, sevmediğimiz bir şehir yaptık! Tarihten, ahlâktan yoksun bir inşa!…
Geçmişte on üç büyük medeniyete ayrı ayrı mekân olduğunu, Çan-Ezan-Hazzan engin inanç örgüsü ile ufku insan sevgisiyle yoğrulduğunu, ‘Habbun Nas’ (insanları seviniz) ilkesini şiar edinmenin bilinmeyince kıymetini; M.S. 115 yılı İmparator Trojan döneminden bu yana defalarca depremlerle hiddetlenip nasıl mezar olduğunu unuttuk, haklısın. Ne tarihi gerçekler umurumuzdaydı ne de coğrafi ve insani özelliklerin. Gölünü çok gördük sana, kuruttuk, üzgünüm. Üzgünüm; kuşlarının dinleneceği, barınacağı alanlara göz koyduğumuz için. Bak gelmiyor benekli bağırtlaklar, ibibik toygarı, çöl bülbülü, güvercinler hatta garip serçeler bile. Artık açmıyor dağlarında ters lâleler. Boy vermiyor, öğret otu, kangallar, süsenler. Barş çiçeğinin on üç renkli yaprağı toprak rengine dönmüş. Ötelere kaçmış gazellalar. Evlerinin penceresinden düşmüş; harap olmuş sardunyalar, güller, küpe çiçekleri, fesleğenler, ortancalar. Hatıralarımız, sevgi sözleri, kitaplar, sanat eserleri, değerli tablolar, tututulan günlükler, fotoğraf albumleri, video arşivleri, mektuplar; gizli, aleni sevdalarımız saçılmış dört bir yana; pespaye olmuşuz anlasana. Perdeler, birer utanç vesikası gibi her çirkinliğimizi saçmış ortalığa, gizlediğimiz hayallerimizi, anılarımızı sergilemiş yaban gözlere; sallanıyor umarsız. Uzanıp yattığımız yataklara çimento dolmuş. Çok sevip baş tacı ettiğimiz betonlar ecelimiz olmuş. Dün, bilmem kaçıncı kattan ukalaca bakarken yeryüzüne, yerle bir olmuşuz, yetmez mi? Mezarlıkta ölülerini arayacak geride kalanlar… Evet, elimizle yaptık, utanıyoruz. Affedemez misin bizi?
***
Aldık dersimizi canım Hatay’ım affeder misin bizi? Durur musun artık? Gecemiz gündüz oldu, ufak bir sarsıntı deprem sanıyoruz, psikoloji tamamen gitti, ne zaman düzeliriz bilmem, ne zaman bu kötü rüyadan uyanacağız bilmem. Ama biz seni terk etmeyeceğiz, yaşatacağız seni, buruk yüreklerimizle yaşatacağız seni. Yâd eller göz koymuş sana farkındayız. Her halinle her şeyinle bizimsin, bırakmayız. Yaralarımızı sarmaya gidiyoruz ama döneceğiz.
Lütfen bana çok yaşlı, çok yorgun, çok dövülmüş ya da çok yıkılmış olduğunu söyleme. Kendine inanmanın zor olduğunu biliyorum, çünkü çok uzun zamandır ezildin ve dibe vurdun. Ama geri dönüşüne başlayacağın yer burası. Bu hayatını değiştiren bölümdür… Ve her şey sana bağlı. Biz istiyoruz. Biz senin olduğun yerdeyiz ve yaktığın/yıktığın eski hayatın küllerinden doğmayı seçtik… Yani, yükselmeyi ya da aşağıda kalmayı seçme sırası sende. İster öldür, istersen affet ve sarmala bizi….