İnsanlığın en mühim icadı: Aşk
Stendhal
1822 yılında Fransız yazar Marie-Henri Beyle ya da onu tanıdığımız adıyla Stendhal, Aşk Üzerine “adlı eserinde aşkın rasyonel bir analizini yapar.
Yazara göre aşk, tutkulu, stilize, fiziksel ve kibirli aşk olmak üzere dört türlüdür.
- Tutkulu Aşk, eski aşk hikâyelerinde ve halk masallarında karşılaşılan tür aşktır.
- Stilize aşk, her şeyin yerli yerine oturtulduğu, son derece mantıklı ve hesaplı bir tür aşktır, günümüz diliyle söylersek mantık evliliğidir.
- Fiziksel Aşk, içgüdülerimizle çekildiğimiz, en eski hislerimizle bir anda vurulduğumuz türdeki aşkı tanımlar.
- Kibirli aşk, gösteriştir, birlikte olduğunuz insana estetik ya da farklı anlamlarda değerli bir nesne gibi yaklaştığınız ilişki türünü gösterir.
Ömrü seyahate, aşkı durağa sevgiliyi yolcuya benzetirler kimi zaman. Böyle midir acaba. İlk görüşte sevmek var mı.
Yıldırımı. Bir ara yıldırım evlilik vardı.
Evlenirken iyi de boşanırken sıkıntılı oluyor. Evlenirken de tadını kaçırıyorlar. Aile çevresi vb. Her iki taraf için de eziyetli günler, düğün de nikah da olsa.
Çocuk doğunca da bir şeyler oluyor ebeveynlere. Müdahillik, çok bilmişlik, deneyim yarıştırma. İsim koymadan başlayarak…
Sanırım isim koymalar aşıldı gibi. Etraf çeşitli adlarla dolduğuna göre. Ya da iki isim verilirse isimlerden dilediğini kullanarak kimseyi kırıp dökmeden bir orta yol bulunuyor.
Bugün aşkı, hayatı farklı bir biçimde yaşıyoruz
Yılmaz Güney filmlerinde iyiydi Sabuha’yı söyleyen çocuklar. Doğallıktan olsa gerek…
Ancak asimile olmuş her şey. Belki de yozlaşarak. Yabancılaşıyor, yabancılaşan her şey de olduğu gibi eğreti duruyor.
Aşk da sevgi de buna dahil olmayacak kadar büyük bir duygu olsa da…
Her çağın efsaneleri, Kafka Milena unutulur mu.
Bir sürü iyi eğitimli hanım biraz da sıkılarak Beyaz dizi, Harlequin alıyor okumak için. Rahatlatma ihtiyacı duyuyor sahaf, sıkılmasınlar diye bunlar terapi, evet diyorlar terapi…
Barbara Cartland okumuştum ben de bolca ortaokul, lisede, kız kardeşim severdi ona alınırdı. Ben de durur muyum hepsini okudum tabi. Bir kere mutlu son var, sevgililer en sonunda kavuşuyor.
Biraz daha geri gidersek fotoromanlar.
Çizgi romanlar aklandı, aşk romanları da aklanır mı fakat edebi romanın içinde aşk da olunca tadından yenmiyor
Filmlerde de böyle.
Aşk; yaşam boyu aradığımız o muazzam duygu. Şarkılar besteler hep onun uğruna. Fiziki bir rahatsızlık yoktur fakat canın yanar. Hele de aldatılmak, aldatmak, kahretmek, kahrolmak. Gurur, kendini kandırmak…
Bu siyah beyaz günlerde distopik bir bilim kurgu filminin aktrisleri ve aktörleri olarak akıntıya kapılmış gidiyoruz.
Kendimize sorduğumuz soruları cevaplandırmayı değil cevapları sorulandırıyoruz.
Ve fakat ütopyalar gerçekleşmek içindir. Distopyaların da mutlak olmadığı gibi.
Bu gün bu haksız ve adaletsiz düzenin yıkılacağı ve daha iyi bir dünya kurulacağı özlemine tutunacağım. Bu şekilde anlam kazanıyor her şey.
Bir klişe ile bitirmek istiyorum.
ALİ AYŞE’Yİ SEVİYOR…
Sevgiyle kalın…