“SEÇİMLİ OTOKRASİ”
Türkiye’nin siyasi tarihindeki 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimlerin etkisi uzun süre tartışılmaya devam edecek gibi gözüküyor. Burada hiç şüphesiz üzerinde durulması gereken husus, ülkenin net bir biçimde iki ana kanat siyasete bölünmüş olmasıdır. Bunlar, doğrularıyla yanlışlarıyla, iki rakip yönetim anlayışını ve iki farklı Türkiye vizyonu temsil ediyor. Bu anlamda da birbirine karşıt iki ayrı gelecek vaat ediyorlardı. Otokrasi veya parlamenter demokrasi.
Hukuk devleti ilkeleri ve kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı, denetim mekanizmalarının olmadığı, özgürlükler alanı ve katılım imkanlarının iyice sınırlandığı, kural ve kurum yerine “güçlü lider” vicdanı ve keyfinin önde olduğu; lideri etrafında kenetlenmiş, muhalefetsiz “yeni Türkiye düzeni” seçim mekanizmasıyla toplumun çoğunluğu tarafından tescil edildi.
Muhalefeti adeta suç örgütü gibi gösterip, toplum önünde onu çaresiz bırakmayı seçim başarısı sayan, bu uğurda her türlü gayri meşru yola başvurabilen, toplumu kutuplaştıran, aykırı düşünceleri suç sayan, elindeki yargıyı bu yönde harekete geçiren gerici siyasal ittifakla halka tercihi soruldu. Seçim ve sandık meşruiyeti de muhakkak. Ancak bu düzenin demokrasiyle yakından uzaktan ilişkisinin bulunmadığı da açık. Bu “ara duruma” uygun bir tabir var aslında. “Seçimli otokrasi…”
Otokrasi, malum, bütün güç ve yetkilerin bir kişinin elinde toplandığı siyasal düzendir. Yasal veya anayasal sınırlamaların yokluğunda egemenliğe ve devlet yetkilerine sahip olmayı içerir, “Şahsım Devleti” rejimi’ne dönüşür. Kanun yapar, istisna koyar, ölüm kalıma karar verir. Yönetim ve tasarruflar keyfidir veya dayatmacıdır. Despotizmin ve diktatörlüğün kibarcasıdır. Mutlak otoriterizm esas itibariyle siyasi alana hakimiyet demek iken, totalitarizm sosyal yaşamın tüm alanlarını düzenleme ve denetleme demektir.
“Seçimli otokrasi ise, otokrat niteliği baskın olan, ancak genel oya dayalı, çoğulcu seçimlerle iktidara gelip düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle meşruiyetlerini tazeleyen” (Ahmet İnsel) bir rejimdir.
Özellikle Latin Amerika’da birçok örneğine rastladığımız bu siyaset tarzı rejimler kaçınılmaz olarak bir “biz” ve “ötekiler” ayırımına dayanıyor. Ortadoğu’da demokrasi konularında önde gelen uzmanlarından Shadi Hamid’in Atlantic dergisinde tam da bu konuyla ilgili yayımlanan son makalesinin şu bölümünü izleyelim:
“Gelişmekte olan dünyada bağnaz demokrasinin ortaya çıkışı, demokratik yollardan seçilmiş liderlerin halktan aldıkları yetkiyi temel özgürlükleri kısıtlamak için kullandıklarına tanıklık etti. Seçimler hâlâ serbest ve hilesiz ve dirençli ve faal muhalefet partileri mevcut. Ama iktidar partileri, muhaliflerini rakipleri olmaktan ziyade düşmanları olarak görerek, medya özgürlüklerini kısıtladılar ve devlet bürokrasilerini kendi yandaşlarıyla doldurdular. Demokratik süreci üzerindeki kontrollerini sistemi kendi çıkarları için şike aracı olarak kullandılar. Bazı durumlarda, Hugo Chavez döneminde Venezuela’da olduğu gibi, kişiye tapınma, bağnaz demokrasinin sağlamlaştırılmasının merkezi haline geldi. Bu, bazen, yolların üzerine dikilen billboardlardaki “Chavez halktır” afişleri örneğinde olduğu gibi komedi sınırlarına dayandı.”
Kendi iktidarı için toplumların Demokratik Rejimlerini yok eden otokratların da en büyük silahı, iktidarlarının asla sona eremeyeceğine, bütün seçimleri kazanacaklarına, bireyleri ve toplumu ikna etmeleridir.
Ama Demokratik Rejim umudu devam ettiği sürece bireyler ve toplum ikna edilemez.
O nedenle, Otokratlar, Demokratik Rejim umudunu yok etmeye çalışırlar: Elbette günlük çıkarlar peşinde olan sermaye sahipleri ve çıkarcı politikacılar, derhal böyle bir iktidara katılırlar… Bu katılımlar da bireylerin ve toplumların Demokratik Rejim umudunu kırmak için kullanılır. Ama asıl şok, iktidarın (güya serbest, adil ve şeffaf) bir seçimle düşürülebileceği umudunu yaratıp, bu umudu geliştirip, sonra onu boşa çıkararak yaşatılır.
Büyük umutlarla sandığa giden Demokrat seçmenler, yeniden otokrat iktidarın seçimi kazandığı görünce: Demokrasi’ye de Demokrasi için çalışanlara da Demokrasi umudunu yeşertenlere de siyasete de hayata da küser, içine kapanır ve iktidara teslim olur.
Umudun tükenişi, teslimiyeti… Teslimiyet, kayıtsız koşulsuz boyun eğmek anlamına gelen, biatı… Biat da, Demokrasiden Otokrasiye bireysel ve toplumsal dönüşü getirir. Böylece, Özgürlüğün ve Adaletin de sonu gelir.
O nedenle: Umudun tükenişine HAYIR… Büyük ATATÜRK ve arkadaşlarının ulusumuza armağanları lâik cumhuriyetimizi hiçbir kara bulut gölgeleyemeyecektir. Ulusal bağlılığımız ve özenimiz, değerlerimizi sonsuza değin koruyacak ve yüceltme çabalarını özenle sürdürecektir. Cumhuriyetin kuruluşunda seçilen demokrasi yapısı, ulusumuzun bağlılığı ve duyarlığıyla giderek güçlenerek tüm karşı saldırıları geçersiz kılacaktır. İç siyasal çalkantılar, cumhuriyete yürekten bağlı olanlarla kişisel saplantılarının esiri olanlar arasındaki giderilmez anlaşmazlığın sakıncalarını günlük durumlar olarak gözler önüne sermektedir. Siyasal ilkellik ve kişisel egemenlik düşkünlüğü, demokrasi karşıtlığı olmaktan öte çağdaş yaşam düşmanlığıdır. Geleceğimizin önündeki soruları, aykırılık ve engelleri kaldırmak, yurttaşlık görevlerimizin başında gelir. Dolayısıyla, benim de vatanına hasret yaban ellerde vefatının 60’ıncı yılında Nazım Hikmet’in “Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam” için çarpacak kalbim…
“Rüzgâra karşı yürüyorum
Yamalı caddelerinde bu şehrin.
Düşümde ‘Gülüşü deniz mavisi çocuklar’
Bir memleket var düşümde dostlar
Sahibi çocuk suratlı adamlar
Bir memleket var düşümde bu akşam
Sahiden özlenilebilen bir diyar
Ben bir başıma bir deli
Ben sanki bin yaşında bir deli
Bir memleket özledim ki sormayın” diye başlayan…
“Yürüyorum rüzgâra karşı
Düşümde ‘Gülüşü deniz mavisi çocuklar’” dizeleriyle biten o şiiri soluyacağım…
Güzel bir yazı kutluyorum.
Selâm ve sevgiler. İ.Y.