“TOPLUMSAL TRAJİKOMEDİMİZ”
Zor bir dönemden geçiyoruz. Malum, Türkiye’nin siyasi durumu ve gidişatını tahlil etmek için öteden beri en çok kullanılan klişe cümlelerden biridir bu. Klişe bir laftır ama pürmelalimizi anlatmak için ister istemez kullanıyorsunuz. Tabii, her dönemin şartlarına göre bu “zorlukların” içeriğini oluşturan sorunlarımız değişkenlik arz ediyor. Değişmeyen, hep “zor dönemlerden” geçiyor oluşumuz olarak baki kalıyor.
Bakın evvelki gün yine bütçe görüşmelerinde TBMM’inde kavga çıkmış. Bütün dünyaya rezil olmuşuz. AK Parti Bursa Milletvekili Zafer Işık ile İYİ Parti Trabzon Milletvekili Hüseyin Örs birbirini yumruklamış. İYİ Partili Örs hastanede yoğun bakıma alınmış!
Üniversitede hoca olmuş bir başka maganda, meclis magandasını övdü: “Adamın dibiymiş Zafer Işık. Anlayana anladığı dilden konuşmuş. Bu bir ecdat geleneğidir, elleri dert görmesin. Müslüman, yeri ve zamanına göre hareket etmesini iyi bilendir. Pısırıklar, Zafer Bey kardeşimin bu adam gibi tavrını görsün de örnek alsın İnşallah…”
Bu yaptığı açık bir şiddet çağrısı değil mi? Böyle bir magandanın üniversitede hala ders verebiliyor olması, Türkiye’de akademi için utanç sayılmalıdır.
Siyasi partiler arasında elbette sözlü tartışma olur. İngiliz Parlamentosu’nda yaşanan kıyasıya mücadele bunun en tipik örneğidir. Fakat fikri düzeyde sataşma başkadır fiziki şiddet bambaşka.
Babası Rumen, annesi Fransız, 1970 yılında Fransa Akademisi üyeliğine seçilen, tiyatronun önde gelen yazarlarından Eugéne Ionesco “Gergedanlar” oyununda ikinci dünya savaşı öncesinde başlayan, daha sonra Avrupa’yı kasıp kavuran totaliter rejimlerin insanlığı nasıl yavaş yavaş ele geçirdiğini anlatır.
Yazar söz konusu dönüşümden duyduğu kaygı için şunları söyler:
“… birden bire ortaya çıkan bir düşüncenin bulaşıcı bir hastalık gibi yayılması. Yeni bir din, bir öğreti, bir fanatizm sürükleyiveriyor insanları…
Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi, insanlar sizin düşüncelerinizi artık paylaşmıyorsa, sanki canavarlarla karşı karşıyaymışsınız duygusu uyanıyor insanda. Örneğin gergedanlarla. Gergedanların saflığı, aynı zamanda acımasızlığı var onlarda. Onlar gibi düşünmüyorsanız göz kırpmadan öldürebilirler sizleri.”
İngiliz yazar William Shakespeare, yaşadığı (1564-1616) dönemde insanların saygısını kazanmış olmasına rağmen birçok yazar gibi o da daha çok ölümünden sonra saygı ve sevgi kazanmış bir üstattır. Yüzü aşan eserinin hemen hemen hepsi tiyatroya, sinemaya ve operaya uyarlanan, Macbeth adlı eseri de yazarın en kısa eserinin olmasının yanında en önemli trajedilerinden biridir. Tüm dünyadaki hem profesyonel hem de amatör tiyatrolar tarafından sıkça sahneye konulur.
Oyunun, bir kısmı Raphael Holinshed’in ve İskoç filozof Hector Boece’nin İskoç Kralı Mac Bethad (Macbeth) hakkında yazdıklarına dayanır.
Macbeth’in hikâyesi, genellikle güç düşkünlüğü ve arkadaşlara ihanet konularında örnek bir hikâye olarak gösterilir.
Etraflarına topladıkları küçük ya da büyük kalabalıklarla küçük ya da büyük güç odakları oluşturarak varlıklarını sürdüren küçük ya da büyük derebeyler, merkezden çevreye doğru yaydıkları biat kültürüne ve bol bol hamasete yaslanarak iktidarlarını sürdürmeye çalışırlar. Çünkü iktidarsız yapamazlar. Bu, kısmen onların, çok daha geniş ölçüde de onlara maruz kalanların trajedisidir.
Sorgulamadan yürüyormuş gibi görünen kalabalıklar ise bir yandan sürüden farklı ses çıkarmamaya, diğer yandan da sürü içinde öne geçmeye çabalarlar ve bu amaçla tepişip dururlar. Bu da onların komedisidir. Sonuçta ortaya, simgelerin “zamanın ruhu”na göre belirlenen, bir tarafı “Macbeth”e, diğer tarafı “Gergedan”a uzanan bir toplumsal trajikomedi, bir fars çıkar.
Ve hepimiz ruhlarımız paramparça bir halde, korku içinde koşuşurken güleriz ağlanacak halimize, ya da ağlarız gülünecek halimize..
Bu durumun değişmesini öne sürmek hakkımız. Çünkü apaçık şekilde yanlış bir yöne doğru gidiyoruz… Üstelik doğru yöne gidebileceğimizi cümle aleme kanıtlamışken.