SEÇİMLERE DOĞRU GİDEN YOLDAKİ MANZARA
Seçimlere doğru yol alan ve nerede kendisini bulacağını tam olarak bilemeyen bir toplumun içindeki acıları, öfkeyi, sinir harbini, anlaşmazlıkları, su ve havanın ne olacağının belirsizliğini, siyasi atmosferin bir yandan korkusunu diğer yandan umudunu taşıyan bir döneme girmekteyiz. Nasıl çıkılacak bu karanlık siyasi-sosyal atmosferin içinden? Nasıl başka bir manzaraya bakılabilecek? Aydınlığa ulaşabilecek miyiz? Serinlikten gelen, rahatlamanın dingin ve temiz sularının ışığını fark edebilecek miyiz? Ufku görebilecek miyiz? Kuzey ışıklarını, en azından sönük bir ışığı görmeyi bekliyoruz. Biraz parlasaydı gökyüzü! Güneş bile donuk! Isınmayı bekliyoruz, bedenlerimizi değil de ruhumuzu ısıtacak anı umuyoruz.
Deprem bölgesinin on şehrinden gelen enformasyonlar hiç de iç açıcı değil. Şehirler kokuyor, batıyor, sular altında kalıyor; çadırlar yetersiz, oradaki insanlar, bir şekilde “gemisini kurtaran kaptanı” oynuyor. Çöpler, dışkılar, idrar kokuları, ümitsizliğin kokusu, yıkıntıların beton, toprak, demir, çimento kokuları, pislik ve soğuğun işlediği nefesler her yeri kaplamış: Koku bir pislik yayıyor. Toprak ağlıyor. Gök gümbürdüyor ve yağmur acıyı yere salıyor. Rüzgâr ve kar üşütüyor. Nefes sıhhatsizlikle havayı içine alıp, dışarıya veriyor. Şehirlerdeki kalabalık azalmış. Kayıplar çoğalmış. Son ölü sayısı meçhul bir durumda toplum kendi yolunda gitmeye çalışıyor. Bilinmezliğe doğru yol alıyor; yolunu bulanların imkanlarına bakıyor, olan biteni seyrediyor toplum ki bu bildiğimiz “cinnet toplumu”. Dinmedi, sağaltılmadı, kendi haline bırakıldı. Nasıl yaşarsa yaşasın diye! Şehirler organize olmaya çalışıyor yaşama tutunmak üzere… İnsanlığın nefret ettiği, korktuğu, yaşamak istemediği her şey yan yana gelmiş vaziyette!
Seçimlere dönük, siyasetçinin çoğunluğu için olan, tutku, öfke, kindarlık, en baskını kirli çıkar oyunları sahneye konulursa konulsun tükendiği noktalardayız. Sesler ve kükremeler duyuluyor: Tehditler, laflar, karşı çıkmalar, imkânsız ve utanmaz sözler sarf edenler, seçim telaşı içinde kendinden başkasını düşünmeyenler, vurdumduymazlar ve bu durumdan fayda arayanlar, çıkar gruplarını bulmaya çalışanlar… Yaşanılabilirliği, dayanılabilirliği kalmamış, olumsuz koşullarla canı çok yanmış çoğunluk için, çok geçerli olacak bir toplumsal patlama, uyanış söz konusu. Dipten gelen dalgayı durdurmada en güçlüsünden iç-dış odaklı kirli ittifakların yutturulabileceği koşulların tükendiği noktasındayız.
***
AK Parti iktidarı, siyasi aklın devre dışı kaldığı küçük hesaplarında sandık anlamında bugüne kadar hiç yaşamadığı siyasi bir çaresizlik yaşıyor.
Bu ‘yolda bulma’ stratejisininin ürettiği en zayıf halka ise HÜDA PAR… Bir partiyi bugün, geçmişte yaşayanlarla yargılamak elbette hakkaniyetli değil ama geçmişi de tümden yok sayamayız. Katılırız ya da katılmayız ama HÜDA PAR bugün, geçmişte mezar evler vahşetiyle anılan Hizbullah’ın uzantısı olarak değerlendiriliyor. Nitekim HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlı, TV NET’te yayımlanan Sert Sorular programında partilerinin Hizbullah ile anılmasına ilişkin soruya şöyle cevap veriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’ne göre Hizbullah bir terör örgütü olabilir ama bana göre bir terör örgütü değil.”
Yapıcıoğlu’nun şimdi de daha önce katıldığı başka bir televizyon programında “Türk bayrağı” ile ilgili kullandığı ifadeler tepki çekti. Yapıcıoğlu, programda, “Biz, eşit vatandaşlık istiyoruz. Bu bayrak hepimizin bayrağı olsun istiyoruz, bizim bayrakla problemimiz yok. Ama bu bayrağın ismi ‘Türk bayrağı’ dediğinizde Kürt diyecek ki benim bayrağım nerede? Niye Türk bayrağı? Benim bayrakla kavgam yok, herhangi bir problem yok. Ama bayrağın ismi bana problemli geliyor. Neden ‘Türkiye bayrağı’ değil de ‘Türk bayrağı’ deniyor?” dedi.
MHP’nin bunlara yönelik bir itirazı var mı? Hayır, şimdilik MHP’den veya Devlet Bahçeli’den bu konuda bir şey duymuş değiliz. Bahçeli bunu yalayıp yutacak ve sinderecek mi? Mümkün. Seçim demokrasi ile karşıtı ne varsa o “karşıt” üstüne geçeceğine göre Bahçeli’nin “karşıt” tarafında olması o kadar da şaşırtıcı değil. “Tutarlılık” ise bu cephede yer alan seçmen için bir değer taşımıyor zaten. [Kasım 2022’de anayasa görüşmeleri kapsamında AKP’nin HDP’yi ziyaret etmesine ilişkin, “Son derece doğal ve doğrudur” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Millet İttifakı’nin cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün HDP Eş Genel başkanlarını ziyaretiyle ilgili ise, “Kimin kimlerle emel ve hedef birliği içinde olduğunun üzeri karalanmış çirkin resimdir” yorumunu yaptı.]
***
Bu son günlerde, önce “Menzilciler”, ardından da “Meşveretçiler”, 14 Mayıs seçiminde Cumhurbaşkanı adayı olarak “Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceklerini” açıkladılar. Meşveret’in açıklamasında “Bütün ehli imanı da bu manada yardıma davet ediyoruz” gibi bir cümle geçiyor. Yani “Ortada çok ciddi bir sorun var, yetişin ey ehl-i iman” türünde bir çağrı bu. Yani “siyasi tavır” bir “iman meselesi” gibi sunuluyor. Gerçekten böyle midir, ortada “Tayyip Erdoğan’ı desteklemek – desteklememek” gibi bir iman tercihi mi vardır? Gide gide Șia’nın İmamet’i “inan meselesi” haline getirdiği noktaya mı geldik?
Yeni Refah Partisi’nin 14 Mayıs milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kendi adaylarıyla gireceğini ilan etmesi, AKP’ye yakınlığıyla bilinen dinsel yapılanmalardan İsmailağa cemaatinde tepkiye yol açtı. İsmailağa Fıkıh Heyeti’nin üyelerinden Ahmet Polat, kararla ilgili olarak “Olmadı gerçekten olmadı!” dediği sosyal medya paylaşımında AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için dua etti: “Allah cumhurbaşkanımıza yardım etsin, onu kaybetmeden kıymetini bilmeyi nasip etsin.”
Polat, paylaşımının devamında ise Yeniden Refah’ın kararı için “çok yazık” diye sitem ederken muhalefete “din düşmanlığı” ithamında bulundu. Polat, “Herkesin haklı bir nedeni vardır ama din düşmanlarının iktidar olma ihtimali olan yerde ittifak olunmuyorsa çok yazık!” dedi.
Anlıyorum bizde böyle zamanlarda “Yerimiz belli olsun” mantığı işler. Ancak, iki binlerin başında Erdoğan’a verdiklerini bu tarihte yeniden vermeye istekli görünmüyor. Tut ki bizlerin şimdi gördüğümüz ve gördüğümüz için sevindiğimiz işaretlerin hepsi fos çıkar ve Tayyip Erdoğan 2023 seçimlerini de kazanır. Bu çok kötü bir olay olacaktır ama kalıcı bir durum yaratmayacaktır. Sarayıyla, propaganda tekeliyle, uçak filosuyla, koruyucu ordusuyla Tayyip Erdoğan “dikensiz gül bahçesine” kavuşmayacaktır. En başta kendi yarattığı ekonomik durumla başa çıkması gerekecektir.
Ama o ve partisi sımsıkı sarıldıkları iktidarı elden bırakmamak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar. Bundan bir şüphemiz yok. Onun için de “Memleket şu tarihte şurada olacaktır” dememiz çok zor. Berbat bir rejim içindeyiz ve bu rejimi kurmuş olanların ne gibi avantajlara sahip oldukları görünüyor. Ama buradan çıkacağız ve şimdiye kadar gördüğümüz, bildiğimizden çok daha iyi bir yere varacağız…