Advert
Advert
SON DAKİKA
Advert

İNSAN OLMANIN ANLAMINI SORGULAMAK

Son Güncelleme :

19 Aralık 2022 - 20:23

reklam
İNSAN OLMANIN ANLAMINI SORGULAMAK
reklam

İNSAN OLMANIN ANLAMINI SORGULAMAK

Yıkıcılık sanki insanın özelliği gibi duruyor. İktidar ve güçten pay almak uğruna insan kendisine ihanet ederek şiddete dayalı bir yıkıcılık içinde ölümcül edimlerini gerçekleştiriyor. İktidar ve para-mülk edinme hırsı insanlığı tehdit ediyor. İktidara aç insanlar yıkıcılığı göze alıyorlar. Bu nedenle insan olmanın anlamını sorgulamak, bir insan olarak ne ifade ettiğimiz üzerinde tefekkür etmek ve duygudaşlığımızı sorgulamak gerekiyor.

İnsan kendisine sağduyu ve bilgelik bahşedilmemiş ve henüz tamamlanmamış prematüre bir türden geliyor. İnsan kendine etik, sosyal, dünyevi, göksel birçok sorumluluk ve hedef belirlerken kendi kendine çalıp oynayan bir varlık. Tanrılar ve doğa, insanın kendi omuzlarına yüklediği birçok yükün farkında değiller. İnsan bütün bu erdemli görev ve sorumluluklarına rağmen toplumsal hayatı kapsayan tüm alanların çürüme dinamiğinin etkisi altına girmesini engelleyemedi. Çürüyen sosyal düzen karşısında modern yurttaş hazcı nihilizm ile özkıyım arasında salınıyor. İnsan kendini mâruz bıraktığı bu misyonlarla geleceğini sonsuza kadar belirleyecek bir noktada bulunmuyor.

 

***

Dostoyevski’nin de belirtiği gibi: “Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı: duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?”

Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümünden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes, kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”

Bu gerçek; çoğu kişi camide başka, cami dışında başka…  İbadet anında başka, ibadet dışında başka… Adam namazında niyazında.. İbadetini eksiksiz yapıyor, kusursuz yapıyor…  Gelgelelim çalıyor, çırpıyor, önce cebini düşünüyor, kazık atıyor, dedikodu yapıyor, başkasının hakkını yiyor, haksız kazanç sağlıyor..

Cennet vatanımızda, dinbazlıktan çıkar sağlayanlar sadece siyaset ve ticaret erbabı değil. Bu işin “bilimini” yapanlar da var. Cemaat, tarikat mensupları zaten hep vardı ama ana-babaların, yaptığına ilk kez tanık olduk. Hem de “tarafsız yargı”nın “iltisak”ın da! Teres baba küçücük kızını dini nikâh ile pazarlamış. “Kayınpeder” ve “damat” sıfatı uğruna kızını değiş tokuş etmiş. Amacı belli ki kurduğu tarikat-cemaat-vakıftaki mevki makamını güvence altına almak. 6 yaşından itibaren yıllardır tecavüze uğrayan kızının, şerefsiz damadı ile çekilmiş fotoğrafları gazetelerde sosyal medyada dönüp duruyor. Kızın yüzü perdeleniyor. Ama kolunu kızın beline dolayan şerefsizin yüzü ve kızcağızın kolundaki burma burma altın bilezikler ortada.

Yunus’un sözleri ile: “Helâl yenmez, haram kıymetli oldu… Şeytanlar semirdi, kuvvetli oldu… Fesâd işler eden hürmetli oldu… Gönüller yıkıban heybetli oldu… Peygamber yerine geçen hocalar, bu halkın başına zahmetli oldu…”

 

***

Kimliğin politik inşâsı, dünyevi otoritenin hâkimiyeti Tanrı adına kullanması aracılığıyla yapılıyor. ‘Osmanlı fetihleriyle propaganda edilmesi, ümmet, gönül coğrafyamız, bu topraklar dar geliyor, Lozan’ı yutturdular’ gibi hamasi söylemlerle, sadece, kişisel gelecek, para kazanma, ihale alma vb. çok çekici bulduğu bir iktidar oyununa hayatını harcıyor.

Hâkim kodları kolektivist kültürün yeniden üretimi süreçlerine eklemlenen teokratik proje, rıza ve minneti içselleştirmiş, sorgulamayan kaderci, vasat bir insan tipolojisi yaratmayı başardı. Düşünsel çöl ortamından bu vatandaş tipolojisinin inşâ edildiği yer, aslında insanlaşma sürecinin kesintiye uğradığı yerdir.

İnsan olmanın ne demek olduğu çoğunlukla insanların üstlendikleri toplumsal rollerle ifade edilir. İnsan kimliği roller ve simgelerle özdeşleşir. Bu da insanı dincilik∕milliyetçilik tuzağına düşürür. Kimliğimizi dincilik∕milliyetçilik üzerinden ifade ettiğimizde, bu bizi ister istemez şiddete, en zayıf olanların istismarına ve ezilmesine, cinayetlere, kıyımlara ve savaşlara götürür. Böylece dinci∕milliyetçi kimlik bizi teslim alır ve kurban durumuna düşürür.

Kuşkusuz toplumsal bir varlık olarak bedensel ve ruhsal gelişimimiz için diğer insanlara ihtiyaç duyarız ancak kendi yetersizlik duygumuz bizi iktidarla özdeşleşmeye götürür ve empati yapma yeteneğimizin kaybolmasına yol açar. Toplumsal düzen bilincimizi ve kendimizi algılayışımızı/düşünme tarzımızı biçimlendirirken iktidar da kendine itaati ve aynı zamanda bunu bize kendi amacımızmış gibi dayatır. Amacımız iktidara ortak olmak, itaat ettirmek, hırslarımızı doyurmak olunca temel ihtiyacımız olan şefkat, sevgi ve merhamet bizden uzaklaşır.

Kişi kurum ve organizasyonlar içinde otorite sembolleriyle özdeşleşirken, bir yandan kutsallaştırılmakta olan otoriteye boyun eğmeye hazırken, diğer yandan sınırlanamaz bir öfkeyle kimliğini bulur. Güç yozlaşması ve gücün tekelleşmesi birçok sapmayı doğurur; “Reisimiz ne yapar ne eder şapkadan tavşan çıkarır, iktidarda kalır” inancıyla hareket ederek sorumluluğu üst sistemlere devreder ve kendine yabancılaşır. Yabancılaşmış insan kendini anlamlandıran özünden, vicdan ve merhametten koparak insan olmanın zeminini kaybeder ve güce dayalı bir toplumsal sistemin sürekliliğini sağlayan bir araç haline gelir. Artık acı çeken diğer insanlarla empati kurmanın imkânı kalmaz.

Toplum kişiye acısını yaşamasını bir zayıflık olarak algılatıyorsa, o kişi kendi bastırılmış ve inkâr edilmiş acısından kurtulmak için başkalarına zarar verecek, başkalarını ezecek ve aşağılayacak, ruhsal travmasını gizlemek için de inkâr yolunu seçecektir. Böylece kurban ile suçluyu ayırt etmek zorlaşacaktır. Kendi hayatına ait acıyı algılamasına izin verilmeyen kişi, başkalarının acısını da anlamayacak ve kabul etmeyecektir.

Acı karşısında gösterdiğimiz korkaklık acıyı yaşamamızı ve algılamamızı engellerken, düşünmeye cesaret edememekten, sorumluluk almaktan çekinerek şiddete karşı kayıtsız kalıyoruz. Empati kurabilmek için acılarımızı sonuna kadar cesaretle yaşayabilmeliyiz. İnsan acı ve merhamet hissetme yetisini kaybederse, geriye insanlığından bir şey kalmaz.

Yazıyı Mevlânâ’nın sözleriyle bitireyim:

“Ey Nefsim! Seni sen yapan benim, beni de ben tapan sensin. Ya yola gel beraber gidelim ya da yoldan çekil ben Hakka’ gideyim.”

https://ikinciyuzyil.com.tr

 

reklam

YORUM ALANI

Memet Özer 31 Aralık 2022 / 09:51 Yanıtla

Sayin hocam insan olmanın anlamını sorgulamak adlı mühteşem yazınızı okudum Çok keyif aldım beni duygulandırdi sağ olun sizin gibi cevherler bu topraklarda çok az yetişiyor.
Yeni yılınızı kutlar saygılarimı sunuyoru

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.