Advert
Advert
SON DAKİKA
Advert

“SEÇİME DAYALI OTORİTER REJİM“

Son Güncelleme :

03 Ocak 2023 - 18:28

reklam
“SEÇİME DAYALI OTORİTER REJİM“
reklam

  “SEÇİME DAYALI OTORİTER REJİM“             

Siyaset tarihimizi ‘vesayet’ kavramını dikkate almadan doğru okumak mümkün olmadığı gibi normalleşen bir Türkiye’ye ulaşmak da hayli zor görünüyor.

Biliyoruz ki çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana neredeyse her on yılda bir darbelerle siyasetin zemini tahrip edilmiş, sonrasında yönetim sivillere devredilmesine rağmen seçilmişlerin tepesine bir vasi tayin edilerek demokrasi bir bakıma zapturapt altına alınmıştır.

Millet iradesine güvensizliğe dayalı bu vesayetçi anlayış yüzünden bu ülkede seçilmişler sürekli itilip kakılmış ve yıllarca işleyen bir demokrasi inşa edilememiştir. Daha da önemlisi ne zaman millet iradesiyle seçilmişler iş başına gelse, atanmışların tasallutu yüzünden gerçek anlamda bir normalleşme sağlanamamıştır.

Sonunda 2002 yılında millet sandıkta bir kez daha iradesine sahip çıkarak siyaset-vesayet kavgasını bitiren güçlü bir karar vermiş ve AK Parti’yi iktidara getirmiştir. Hatırlayalım, gerçekten de o dönemde AK Parti ‘hukukun üstünlüğü’, özgürlükler ve özellikle de Avrupa Birliği çıpası bağlamında yeni bir umut dalgası oluşturmuştu. Herhangi bir önyargıya kapılmadan hakkaniyetle baktığımızda da AK Parti iktidarının demokratikleşme anlamında önemli adımlar attığını söylemek gerekiyor.

Ancak rüzgar dinip AK Parti kendi iktidar alanını tahkim ettiğinde gördük ki memlekette başka bir ‘vesayet rüzgarı’ esmeye başladı. Bu çerçevede FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimiyle demokrasiye sapladığı hançerin ve daha sonra 16 Nisan 2017’de, OHAL baskıları altında yapılan Anayasa değişikliğiyle, yeni bir vesayetin doğmasına büyük katkı sağladıkları da unutmamız gerekiyor. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” denilerek, tutarsızlıklarla bir ucube haline getirilen bu Anayasa, siyasal rejimi, tek bir kişinin iradesine, keyfine, bilgisine, görgüsüne, eğitimine, kültürüne, duygu ve düşüncelerine bağlı olan “Şahsım Devleti” haline getirip, sonunda vesayetçi bir anlayışa demirlenmiş bulunuyoruz.

Bu rejimlerin adı siyaset bilimi literatüründe seçime dayalı otoriterizmdir ve Türkiye bu ağın içine düşürülmüştür. 1980’li yıllardan beri sancılı biçimde devam eden demokratikleşme sürecinden sonra mevcut iktidar hizbi sayesinde bugün otoriter rejimler ligine girmemiz son derece vahimdir. Demokrasi kıstasıyla model ülke olmamız söz konusuyken otoriter modeli benimsemiş ülke konumuna düştük. Dünya üzerindeki bu alt ligin ülkeleri otoriter yönetimin vahim gerçeklerini gizlemek için demokrasinin ön yüzünü kullanıyorlar. (Özellikle de çok partili seçimleri demokrasiye bir fasat, alnaç olarak ihdas ediyorlar.) Buralarda çok partili seçimlerle antidemokratik pratikler bir arada sürdürülüyor. Geldiğimiz noktada Türkiye’nin de adeta sultanist bir tarzda “seçimlere dayalı otoriterizme” hapsedilmesi tek kelimeyle endişe vericidir.

Belarus’tan Kamerun’a, Azerbaycan’dan Zimbabve’ye, Rusyadan Singapur’a, Mısır’dan Malezya’ya kadar birçok ülke seçime dayalı otoriterizm batağına saplanmıştır. Tarihsel olarak seçimlerin otoriter rejimler tarafından bir araç gibi kullanılması yeni bir olgu değildir. Ancak günümüzde otoriter rejimler aynı manipülasyonu başka düzeylere taşıyorlar. Bu rejimlerde seçimler düzenli bir şekilde yapılmakta fakat özgürlük ve adalet ilkeleri belirgin ve sistematik biçimde ihlal edilmektedir. Kısacası seçimler demokrasinin araçları olmaktan çok otoriter bir yönetim kurmanın araçlarına dönüşmektedir.

Siyaset biliminde eskiden bu rejimler demokrasi teriminden önce gelen bazı negatif sıfatlarla tanımlanıyordu (kusurlu ya da aksak demokrasi gibi) ve yer yer demokratikleşen ülkeler kategorisine dâhil ediliyorlardı ama artık demokratik gelenekle anlamlı bağları kalmadığı için bugün daha çok “saklı istibdat” (hidden dictatorship), “sahte ya da yalancı demokrasi” (pseudo-democracy) gibi ifadelerle tanımlanmaktadırlar.

Eski SSCB bölgesinde Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan; Güney ve Doğu Asya’da Kamboçya, Malezya, Singapur; sahra altı Afrika’da birçok ülke, ayrıca Cezayir, Mısır, Yemen gibi ülkeler “seçime dayalı otoriter rejim” olarak tanımlanıyor.

Etkili demokratik katılımın özünü değil tuzaklarını kullanan bu rejimler, temsili kurumlar oluşturmakla birlikte temsili bir yönetimden yoksun yaşıyorlar. Demokratik olmadıkları halde demokratik retorikleri kullanıyorlar.

Seçimlere dayalı otoriter rejimlerde sadece sivil toplum içindeki çoğulculuk formları kısıtlanmıyor. Bu iktidarlar yeterince yönetimde kaldıkları takdirde, gücü otoriter biçimde kullanarak iktidara ulaşmak/kalmak için gerekli olan demokratik süreçleri tümüyle bozuyorlar.

Otoriter yönetimler demokratik seçimlerin talep ettiği fırsat ve imkân eşitliğini ve özgürlük koşullarını da aşındırıyorlar. Demokratik seçimler baskıcı yöneticilerin denetlenip kısıtlanmasına netice verirken, otoriter seçimler yöneticilere tam tersi yetkiler sunuyor: Kısıtlanamazlık, denetlenemezlik, gem vurulamazlık.

Demokratik yönetimlerde seçimler hesap verilebilirliğin mekanizması gibi çalışırlar. Eğer baskıcı manipülatif beceriler seçim sonuçlarını belirliyorsa seçimler hesap verilebilirliğin unsurları gibi işlev göremezler. Kısacası otoriter yönetim otoriter seçimleri üretir, otoriter seçimler otoriter yönetimi besler. Baskıcılık, dışlayıcılık ve sahtekârlık artar. Yine de saklı istibdat ya da yarı-istibdat uyguladıkları halde demokrasiyi övdükleri için bu rejimler siyasi sistemlerinin gerçek doğası hakkında tartışmalara sebep olmaktadır.

Elbette yeni otoriter rejimlerde seçimler yapılıyor ve mecliste birden çok parti var, ancak hukuki güvenceler ve özgürlükler konusunda ciddi ihlaller söz konusu. Yasama ve yürütme süreçlerini (hatta yargıyı) otokratik kontrol altına almaları, bu rejimleri demokrasinin özünden mahrum bırakıyor. Bu rejimlerde seçimlere ilişkin manipülasyon süreçleri kamunun yeterince gözlem yapamayacağı şekilde ayarlanıyor. Seçmen listelerinin değiştirilmesi, seçmene para ya da iane dağıtılması, seçim gününde sayımlara müdahale gibi… işini yapmaya çalışan çok sayıda özel ve tüzel kişiliğin devrede olduğu ama kamusal alanda iz bırakmadan ilerlenebilecek yollarla yürütülen otoriter seçimler söz konusu olabiliyor. Bu süreçler alaca karanlıktaki gölgeler gibidir, bu yüzden net biçimde gözleme tabi tutulamazlar. Edinebileceğiniz bilgi ister sistematik ister dağınık olsun, ister anlatı biçiminde ister istatistiki olsun fark etmiyor: otoriter seçimlerin gizli saklı alanları bizim nüfuz edemeyeceğimiz bir kara kutudur. Antidemokratik aktörler siyasetin sahne arkasında ne yapmaktadır? Tam bilinemez. Çok şey bilsek bile her şeyi bildiğimizi iddia edemeyiz. Otoriter rejimlerdeki güven bunalımı, yapılan en kötü şeyleri bilemeyeceğimiz hakkında bir kuşkunun sürüp gitmesine neden olur. Yarı-istibdadın gizlilik içinde çalışması jenerik biçimde araştırma problemlerine yol açar. Diğer siyasi aktörler gördükleri durumla asıl olup biten durumun aynı olmadığını bilirler ve eğer var olmak istiyorlarsa eski “dietrologia” sanatına başvurmak zorundadırlar. (İtalyancadan gelen dietrologia terimi sahne arkasındaki siyasetin çalışılması demektir). Otoriter rejimler opak rejimlerdir; manipülatif manevraların çoğu sahnede değil perde arkasında gerçekleşir.

Hukuksuz uygulamalarla sivil parti diktası ve tek aktör sultası yaşanmakta olan ülkemizde, önümüzdeki aylarda yapılacak seçimlerinin oturacağı eksen bu yazının ana fikrinde olduğu gibi demokrasi ile otoriter şahsın rejiminin yarışı olarak tanımlanabilir. Tablo çok net; ya Cumhuriyet demokrasiyle taçlanıp yoluna devam edecek ya da tek adam rejimi bir tür krallığa, padişahlığa evrilecek. Verdiğimiz örnekler, bunun iyi anlatılması, halka güven verilmesi halinde, zor da olsa demokrasinin kazanabileceğini gösteriyor. Mesele iktidar gücünün yüksekliği değil, bu dayatmayı yenme iradesinin yüksekliği.

https://ikinciyuzyil.com.tr

 

reklam

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.