Advert
Advert
SON DAKİKA
Advert

SUSKUNLUK SARMALI’NDAN TERCİH ÇARPITMASI’NA

Son Güncelleme :

24 Ocak 2023 - 13:04

reklam
SUSKUNLUK SARMALI’NDAN TERCİH ÇARPITMASI’NA
reklam

SUSKUNLUK SARMALI’NDAN TERCİH ÇARPITMASI’NA

Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle Naumann tarafından 1970’li yılların başlarında geliştirilen ’Suskunluk Sarmalı Teorisi’ oldukça önemli bir kuramdır. Bu kurama göre, olağandışı koşullarda, toplumlarda suskunluk sarmalı, tercih çarpıtması ve hatta toplumsal felç durumu ile karşılaşmak mümkündür.

Suskunluk sarmalı kuramına göre, eğer savunduğunuz fikir, toplumun büyük çoğunluğunda kabul görmüyor ve söylediğinizde dışlanmaya başlıyorsanız onu söylemekten vazgeçersiniz. Bireyler içinde yaşadığı toplumdan dışlanmaktan, genel geçer görüş sahiplerince eleştirilmekten korkarlar. Farklı fikir sahibi, dışlanmayı göze almaktansa kabuğuna çekilir, sessizliğe gömülür. Haksızlıklara ses çıkarmama, onları görmezden gelmeye evrilir. Korkusu büyüdükçe, genel-geçer görüşe katılıyormuş gibi davranmaya başlar. Dahası toplumsal onay alabilmek ve kendini koruyabilmek için yaygın görüşün yanında saf tutar, onu yüksek sesle dillendirmeye başlar. Bu sarmal, hâkim görüşü güçlendirir.

Bu süreçte özellikle propaganda yöntemlerinden yararlanılır. Yazılı ve görsel nitelikli kitle iletişim araçlarında hakim görüşten yana tavır alan yazar ve gazetecilere yer verilerek, diğer görüşlerin dile getirilmesi engellenir. Medya tarafından algı operasyonları ile manipüle edilen okuyucu ya da izleyicinin, “benim gibi düşünen yok” duygusuna kapılmasına neden olunur. Dolayısıyla birey dışlanmamak için çevresine bakar ve kendi düşüncelerinin düşüşte olduğunu hissetmeye başladığı andan itibaren gerçek düşüncelerini açıkça ifade etmekten çekinir. Bu durumun kişi veya kişiler arasında giderek artması suskunluk sarmalı teorisinin işlemeye başladığının bir göstergesidir.

Ancak iş burada kalmaz, bir müddet sonra kişi toplumsal onay alabilmek için giderek yaygın görüşün yanında saf tutmaya başlar. İşte burada “tercih çarpıtması” devreye girer.

Tercih çarpıtması, görüşü ve/veya tercihi öyle olmadığı halde sırf bulunduğu ortamdan dışlanmamak ve giderek onlardan onay görmek ve hatta onlar gibi görünmek için asıl tercihini saklayıp, baskın tercih yanında yer alma, asıl görüşünün hilafına baskın görüşü dillendirme durumu ve davranışıdır. Bir çeşit “sureti haktan görünmek” veya takiye yapmak da denebilir.

Bu bir parti, bir görüş, bir duruş için olduğu gibi bir liderin yanında sıkça gösterilen bir davranış ve söylem biçimi olarak göze çarpmaktadır (Tıpkı bir “yandaş”ın “Ah be… Bizim başkan aslında ABD’ye başkan olmalıydı” hokkabazlığını yaptığı gibi… Tıpkı birilerinin halay çekmesi gibi…) Kişi burada ilkelerden ziyade kişilere ya da konjonktüre göre tavır alır. Böylece suskunluk sarmalı giderek tercih çarpıtmasını oluşturur. İkisinin fonksiyonel etkileşimi sonucunda da toplumsal felç durumu meydana gelir. Yani bu nevi kişilerin çoğalarak toplumu sarması durumu… Böylece toplum hareket edemez, kıpırdayamaz, konuşamaz, ses çıkaramaz, itiraz edemez, hakim görüş, egemenliğini sürdürür.

Son zamanlarda ülkemizde suskunluk sarmalı teorisinin ileri sürdüğü görüşlerle örtüşen bir sessizliğin hakim olması (oluşturmaya çalışılması) oldukça tehlikeli bir durumdur. Düşünmenin, konuşmanın, eleştirmenin, farklı fikir serdetmenin, sürüden ayrılmanın ve en nihayet itirazın zor olduğu zamanlardan geçiyoruz. Düşünce ve düşüncenin özgürleşmesi üzerindeki inancın baskısı aileden başlayarak okullara, eğitime, çarşıya, politikaya, devletin kurumlarına, yasalarına uzanan bir genişlikle yaşamı kuşatmış. Onlarca yıldır izlenen politikalarla bir yandan bilgisizlik (cahillik), bir yandan da dinci bağnazlıkla donatılmış dalgalarla oluşan tehdit, toplumun özgürleşmesinin önündeki en büyük engel.

Ancak, neticesi ne olursa olsun Barika-ı hakikat (hakikatin nuru) namına kelâm etmekten geri durmak da fikir sahiplerine yaraşmaz. Fikir sahipleri sadece eli kalem tutanlar veya okumuşlukla nam salmış olanlar zannedilmesin. Kimin bir parça muhakemesi, biraz da vicdanı varsa olup bitenlere dair söyleyecek sözü de var demektir. Sokakta, otobüste, dolmuşta, televizyonda, gazetede, sosyal medyada…

Yaklaşan seçimlerle bizim her gün yeniden büyük bir coşkuyu örgütlememiz gerekecek. Başımıza her şey gelebilir, her şey. Hiçbir şey kolay olmayacak. Ama işte çıkmadık candan ümidi kesmeyeceğiz, umutsuzluğa teslim olmak verilecek en kötü karar. Sosyal medya bir tehdide döndü zaten, trol orduları biliniyor, tweetler yargılanıyor, algoritma çatışmadan besleniyor, kitle iletişim araçları de limitli, mecbur yüklenecek sosyal medyaya.

Bir ülke, devrin şartlarına mağlup olup her sahada geri gidebilir hatta bazı kurumlarını kaybedebilir ama hakikati asla unutamaz. Böyle bir unutkanlık affedilemez. Hakkın, hukukun, ehliyetin, adaletin, vicdanın vazgeçilemez olduğu, yolsuzluğunu, yozlaşmanın, adam kayırmanın, iftiranın vesaire de kabul edilemez olduğu gerçeği; tatbikatta hayat bulamasa bile zihinlerde yitip gidemez. Millet olmak, devlet olmak ve tabii insan olmak bunu zaruri kılar.

Düşüncenin özgür olmasını sorun edinenlerin toplumlarındaki tüm insanların aynı sorumluluğu duymaları için uğraş vermeleri, kendi kendilerine yüklediği bir görevdir. Bizim yapmamız gereken, azınlığın sesi olarak etkili, öyle coşkulu ve cesur olacağız ki değil sekiz bin, seksen binlik trolleri de olsa sessiz çoğunluğa dönüşecekler. Çünkü bizim camımızın önündeki siste canavar saklı, bizimki hayat memat mücadelesi. Biz kazanmak zorundayız. Pasifliğe, pesimistliğe, yılgınlığa yerimiz yok. 20 senedir sağ kalmayı başarmışız, bu can çıkmadıkça ümit kesmek yok. Değiştirme gücü bizde, hele bir sis dağılsın, o zaman gücümüzle daha neleri değiştirebileceğimize bakacağız. Bu seçim, hayati bir yol taşı, hele bir çıkalım artık şu tepemize çökecek karanlık tünelde, biraz da papatyaları seyrederek güneş altında yol alalım, yol uzun.

Pek de bilimsel bir teori sayılmayan “Bir şeyi 40 kere söylersen olur” cümlesinin tarihçesi Antik Yunan’a Hint mitolojisine dahi dayanıyor. Sosyolog Dr. Robert K. Merton buna “Kendini doğrulayan kehanet” diyor; İnandığınız şey davranışlarınıza ve çevrenize de yansır ve nihayetinde gerçekleşir. O yüzden bağıra bağıra kırk binlerce kez söylemek gerek: Biz kazanacağız.

Ta ki azınlığın sesi o koca trol ordularını suskunluğa sevk edene kadar.

Yansıyor bile şimdiden.

Yoksa “Artık yeter, söz milletin” diye bir söz çıkabilir miydi hiç bu iktidarın ağzından?

Artık Yeter, C’est Assez!

https://ikinciyuzyil.com.tr

 

 

 

reklam

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.